Friday, December 14, 2007

Hırtınotu

Kuryadin Poçerni 1618 yılının ılık bir Nisan sabahı Yağkapanı yakınlarında kendinden geçmiş halde bulunduğunda avucunda bir tutam taze Hırtınotu vardı.

Adının Kuryadin Poçerni olduğunu, onu götürdükleri Sahabaşı Camii İmamı Ömer Lütfi efendi neden sonra öğrendiğinde, hazreti önce Rus sonra Bulgar sandılar. Dirilip, Ömer Lütfi efendinin divitini işaretle aldığı izinle kullanarak çizdiği haritadan Leh olduğunu çıkardılar.

Ancak, Poçerni’nin orada ne aradığını, oraya ve kente nasıl, neyle, niçin, ne zaman, kiminle geldiğini hiçbir zaman öğrenmek mümkün olmadı.

Beri yandan, Hırtınotu ne zamandan bu yana bu adla anılmıştır, işte bu da meçhul.

Seraskerzade Ziyaettin bey 1862’de kaleme aldığı bir botanik makalesinde, bilinen yazmalarda böyle bir adın yer almadığına kat’iyetle işaret buyurduktan sonra, biraz meczup ve dahî hırpanî olan Poçerni’nin elinde ilk kez görülmüş bu ota halkın bundan kalkışarak Hırtınotu yahut Hırtın Otu demeye başladığını iddia etmekte ki, akla yakın gelir.

Hadi adı yoktu, böylece oldu diyelim, peki bu otun ilk kez görülüyor olması ne anlama geliyor dersiniz? S.zade Z.ettin bey sözüne itimad edilir bir alim olduğuna göre söylüyorum, o gün bu gündür sizi beni makaraya almayı amaçlamış olamaz herhalde değil mi?

Diyelim ki hakikaten bilinen bir başka ota benzemiyordu, şu sualler akla gelmiyor mu:

Poçerni’nin avucundaki ot, adı her neyse artık, nasıl olup da taze idi? Yani, bir seyahetten getirmiş olsa, yol boyunca biraz da olsa kurumuş olması iktiza etmez mi? (Aylardan Nisan imiş madem, tabiat artık dirilmişmiş. Demek bu ot yetişmiş. Amma çevrede bilinmiyorsa, nerede yetişmiş ki?)

Ola ki başka bir mıntıkanın bahşettiği bir tabiat eseri bu ot, yetiştiği mıntıkadan –ki pekala Lehistan olabilir, değil mi- Yağkapanına nasıl taze gelebilmiş acep? (Bkz. Benzer sorular, az yukarısı...)

Asıl önem arzeden husus, belki de, Poçerni’nin o otla ne yapmaya durmuşken kalkıp (?) Yağkapanı civarına tuhaf bir biçimde yarı şuursuz halde vasıl olduğu. (Belirdiği mi desek?)

Her ne usulde veyahut hangi canipten doğru terkib edilirse edilsin, sual sorulmakla hasıl olmayacak cevapların peşini bırakalım, Hırtınotu üzerine elimizdeki muayyen bilgiyi gözden geçirelim:

Gel zaman git zaman sonra, Kuryadin Poçerni, başta Ömer Lütfi efendi olmak üzere, berber İhsan ve hacamatçısı Bekir’in desteği ve dahi kışkırtmasıyla, bir tür otacı becerisi sergilemeye başlamış.

Anlaşılan o ki, hazretin başka neresinde ne gibi nebati tohumlar –belki Hırtınotu tohumları- vardıysa, onları, kimsenin görmeye muktedir olamadığı bir mahzende adı geçen İhsen ve Bekir ağaların ortaklığı ve hempalığıyla yetiştirip hasat etmekte ve faaliyetlerinin gereklerinde bir güzel kullanmaktaymış. Mahzende yetiştirildiği iddiasını bir an ciddiye alırsak, ot denen şeyin bir mantar türü olduğunu düşünebiliriz. Amma, hikayat ‘ot’ diyor, ‘mantar’ demiyor, diyebilirdi oysa. Kimsenin görmemesi ise, rivayeti güçlendirecek bir başka unsur olarak vazife yapıyor gibi. Hakikaten korunmuş bir fen söz konusu ise, Seraskerzade’nin kıskançlığı da yerini buluyor olabilir yani.

Sahabaşı Camii imamı Ö.L. efendinin, bel hizasında pörtleyen morlukları bir hekime değil de Poçerni ve avenesine göstermeyi yeğlemesi, hazret ve çevresinin epey itibar kesbettiğinin işareti değilse nedir? Gel gör ki ÖL efendi morlukların boynuna kadar çıkmasına mukabil Hırtınotundan deva bulamayıp ölmesini de aynı heriflere borçludur, bu da kayda geçmiştir.

Yiğidi öldür ama hakkını yime demişler: Hırtınotu ve Poçerni, saraya kadar ulaşacak bir ünü öyle böyle kazanmışlar. Lakin, Hekimbaşı Kederbend İzzet Paşa bu ünden rahatsız olmuş ve bir gece ansızın kapıya gelen zaptiyeler Poçerni ve biraderlerini alıp meçhul bir mekana götürmüşler, orada esaslı bir sorgulamadan sonra bir güzel dayaktan geçirmişler. Rivayet edilir ki, bir zaptiye refakatinde üç gün sonra perişan halde mahalleye geri dönen Poçerni mahzende ne kadar Hırtınotu varsa toplayıp, toplayamadığını yakıp, yoldaşlarının yaralarını tımar etmeye geri gitmiş.

Berberin ve hacamatçısının ve de KP’nin bir daha görülmediklerine bakılırsa, birkaç şey cereyan etmiş olabilir:

-       Poçerni geldiği gibi sırra kadem basmıştır.
-       Berber ve hacamatçısını iyi edemediği görüldükte üçü birden hal edilmiştir
-       Berber ve hacamatçısını iyi ettiği görüldükte, ikisi Maşrıka sürülmüş ve yolda ölmüştür, Poçerni ise ölene kadar Hekimbaşının kalfası –hocası- olarak mesai yapmıştır.

Sorular ne yazık ki orada da bitmemiştir.

Poçerni’nin toplayıp gittiği Hırtınotu mahsulatı ve tohumları gerçekte ne olmuştur? Çünkü bunların en azından bir kaydının bir yerlerde bulunması gerekmez miydi? Vardıysa, neye benzediği resmedilmediyse bile, tarif edilmemiş midir?

Son olarak, sonsuza kadar bilinmez kalacak bir başka husus mide bulandırmaktadır: Kuryadin Poçerni gerçekten bir Leh adı mıdır yoksa bu konu da mı birilerinin –belki Kuryadin Poçerni’nin bizzat kendisinin- işine öyle geldiği için karanlıkta bırakılmıştır? Örneğin, İnternet üzerinden işleyen ve sadece belli literatinin (illuminati mı desek) oluşturduğu bir kapalı devre çevrimde ileri sürüldüğü –faksimilelerin sunulduğu- üzere, Kuryadin Poçerni sözcüklerinin açıkça yazılı olduğu bir arkaik defterin ‘Argado Mulan’ başlığını taşıdığı ve defterin yazılı olduğu dilin bilinen hiçbir dile benzemediği tartışmasının koptuğu, isim verilmeden bile olsa literatiden birince doğrulanamaz mı lütfen? Bu kadarına olsun hakkımız yok mu?


Ekim 2007

(Elektrik kesintilerinden birinde, Facit daktilo ile...)

Wednesday, November 7, 2007

Arkı. Veya, ürkü.

Sakın genç kalma, ergen gel!

Monday, November 5, 2007

Saygı sayması

Bil, ki, uç, dert, boş, altın, yed, seks, doku, ön.

Bilcümle farzül rüsum, veya hüküm.

Eltereş Saplagü Han, lalası Klingoncu Zeno'yu, sünnet düğününe gelmedi diye iğdiş ettirdiğinde, aylardan Perşembe idü.

Vaka-i Zırziye diye anılan hadisenin cereyan edişine dair tafsilatın ceridelerde ve cariyelerde mübalaga yer bulmuş olduğunu, haftasına çıkılan Kadıköy seferinde öğrenen Elteres Şaplagü San, kimi rivayete göre 'Hastir', mehteran bölüğü kayıtlarına göreyse 'Hasdur' demiştir.

Demiş midir? Elcevap, caizdir.

Yazan: Hükmettin Sefai, der Himmel und Erde vesselam.

Thursday, September 20, 2007

Arap

Oluklu mutawwa bir kutu.
Geniş bir çöl dasdaracık.
Sıcakkkk.

Saturday, September 1, 2007

Kıvırcık

Bir koridorda dikiliyoruz. Saçı azalmış, kiloluca bir arkadaşımla -adını çıkaramıyorum- laflıyoruz. Arkamızdan, ince uzun, hoş, kıvırcık saçlı bir kız çıkıyor ellerini ovuşturarak. Uyanmasam rüyadan, eminim, birimizi dansa kaldıracak.

Tuesday, August 28, 2007

Satış

İhtiras fazlası, son model duygular...

Tuesday, August 14, 2007

?

Beautiful questions!
Shouldn't you...?
Why did...?
When will...?

Sunday, August 5, 2007

Aloe Vera

Alo? Vera?

Sunday, July 29, 2007

Uyku arası

Memur kitaplar. Memur metinler.

Tuesday, July 24, 2007

Ti

Ya Sebati!

Etteyibati, Kiribati, Gujerati, İllüminati...

Hayati memati.

Haber

Mantra tabancasını kurcalayan çocuk gör oldu.

Nedenli metin

Oran baskın.
(Hastir yani.)

Saturday, June 30, 2007

Uyumaz

Havuz iki Miller diyor.
Veranda, etmez, çay olsun.

Friday, June 22, 2007

Hele hele harfazan! Hurufi hurdalıklar hovardası!

Elinizde, şöyle, hani, yani, nasıl diyeyim, eee...

Neyse, sonra gelirim. Annem çağırıyor, alfabemi bulmuş.
(Üstüne çay dökülmüştü, kızmış mıdır?)

Monday, April 23, 2007

Estarabim, estarabim

Östorojen,
Testorojen,
sağdan soldan
kestiricem.

Monday, April 9, 2007

Dilin dalaştı diyelim

Çek evlerini üzerimden! Düşünme bana!

Friday, April 6, 2007

Su

Ne işin var Su Kedisi, Kırkağaç yellerinde? Kilis'te veya?
Gitsene sular seller, Yedi Göller...
Hem Flubber Robin koymaz ki viskisine su. Kedisi yoksa düşer yollara yollara.
Ne viski kalır ne Edirne.

Wednesday, March 7, 2007

Formen

Büyük bir Katırpillar iş makinasının kapısını üstten açıp aşağı bakıyorum.

Yarıya kadar külü uzamış bir sigarası ağzında, çok bilmiş suratlı bir boz eşek, elindeki kalemle bir şeyler yazdığı tezgahtan başını kaldırıp selam veriyor.

- Abi hoş geldin. Hünkâr beğendi var öğle yemeğinde, kal istersen...

Allah allah, yanlışlıkla Eşeking bölümüne mi geldim? Yoksa rüya mı bu?

Lâhavle.
Lahey.
Lahana.
La la la.

Sunday, March 4, 2007

Ghiara

Ghiara!

Hangi ara
girdin de hangara,
koptu bu kayıp dilde
yaygara?

Saturday, March 3, 2007

Kemal

Gözümü açtığımda Sarı Şekkâl yanımda boylu boyunca yatıyordu.

Alışılmış sırıtmasından iz yoktu suratında.

Bursa işi bir bıçak sapına kadar gömülmüştü sırtına.

'Kemal,' dedi, 'sırtım feci kaşınıyor.'